İbn Teymiyye’nin Âşûrâ tahrifleri
İbn Teymiyye, Âşûrâ bağlamında en az üç tahrifte bulunmuştur: İmam Hüseyin’in (a.s.) kıyamını körü körüne bir ayaklanma addetmiş; başta Yezîd b. Muâviye olmak üzere Emevîleri aklamış; İmam Hüseyin’i Yezîd’in ve Şamlıların değil de Kufelilerin ve Şiîlerin katlettiğini ileri sürmüştür.
Yazar: Muhammed
Sıhhatî Serdurudî
Kum İlim
Havzası
İbn
Teymiyye, Âşûrâ bağlamında en az üç tahrifte bulunmuştur: İmam Hüseyin'in
(a.s.) kıyamını körü körüne bir ayaklanma addetmiş; başta Yezîd b. Muâviye
olmak üzere Emevîleri aklamış; İmam Hüseyin'i Yezîd'in ve Şamlıların değil de
Kufelilerin ve Şiîlerin katlettiğini ileri sürmüştür.Biz, bu
makalede, Âşûrâ hadisesinin üç farklı rivayetini (Emevî rivayeti, Abbasî
rivayeti ve Alevî rivayeti) ele alacak ve İbn Teymiye'nin tahriflerini
etraflıca inceleyeceğiz. Alevî rivayetine istinat ederek Şamlıların,
Osmanîlerin ve Haricîlerin Kufe ve Kerbela'daki varlıklarını ortaya koyacak,
neticede Şiîlerin ve Şiî Kufe halkının değil de sırasıyla Şamlıların,
Osmanîlerin ve Haricîlerin İmam Hüseyin'in gerçek katilleri olduklarını
göstereceğiz.Girişİbn
Teymiyye, yedinci ve sekizinci yüzyılda Şamat'ta yaşamış bir âlimdir. Harran'da
doğmuş, Dimeşk'te vefat etmiştir. Şiî karşıtı bir müftü ve mütekellim olarak ün
salmıştır. İbn Teymiyye, İmam Ali'nin (a.s.) iki fırkanın (Şia ve Ehl-i Sünnet)
üzerinde ittifak ettikleri faziletlerini dahi şüpheyle karşılamış, hatta kimi
zaman açık bir dille bu faziletleri inkâr etmiştir. İbn Teymiyye Âşûrâ hadisesi
bağlamında en az üç tahrifte bulunmuştur: Öncelikle, İmam Hüseyin'in kıyamını
bir ayaklanma addetmiş ve bu ayaklanmanın hiçbir maslahatı olmadığını ileri
sürmüştür. O, İslâm memleketlerinde zalim yöneticiye isyan etmenin caiz
olmadığı, isyanın Müslümanların zaafına ve ayrılığına sebep olduğu
kanaatindedir. İmam Hüseyin'in kıyamını sarahatle eleştiren İbn Teymiyye, İmam
Hüseyin'in katillerini -yani Yezîd'i ve Emevîleri- haklı çıkarma yüzsüzlüğünde
bulunmuştur. O, bu görüşünü kitaplarında, ezcümle Minhacü's-sünnet'inde1
açıkça beyan etmiştir. Âşûrâ hadisesi bağlamında İbn Teymiyye'nin yaptığı
ikinci büyük tahrif, Emevîlerin, bilhassa Yezîd'in Kerbela'da işlenen
cinayetlerde parmağı olmadığını savunmasıdır. Cinayetlerden Ubeydullah b.
Ziyad'ı sorumlu tutan İbn Teymiyye, İmam Hüseyin'in kesik başının Şam'a
gönderildiğini de inkâr etmiştir. İbn Teymiyye, bütün tarih kaynaklarının
üzerinde söz birliği ederek naklettikleri İbn Ziyad'ın İmam Hüseyin'in kesik
başını Kufe'den Şam'a gönderdiğine dair rivayeti2 görmezden gelerek
bu olayın asla vuku bulmadığını ileri sürmüştür. Yezîd, bu olayda İmam
Hüseyin'in mübarek kesik başına saygısızlık ettiğinden İbn Teymiyye olayın
gerçekliğini inkâr etme yoluna gitmiştir. O, bu görüşünü bilhassa Rasü'l-Hüseyin
adlı kitabında dile getirmiştir.3 İbn Teymiyye'nin bu tavrının
arkasında, sıkı sıkıya bağlı olduğu sahabenin ve selef-i salihin adaleti inancı
olmalıdır.4İ
bn
Teymiyye, Yezîd'i mahkûm edecek olsaydı, doğal olarak başta babası Muâviye
olmak üzere onu halife tayin edenleri, sonuç itibariyle de Şamat'ta Muâviye'yi
himaye eden herkesi eleştirmiş olacaktı. Bu yüzden o maktel-i Hüseyin okumayı
caiz görmemiş ve maktel okumanın haram olduğu yönünde fetva vermiştir.5
Fakat İbn Teymiyye bu iki tahrif girişiminde başarılı olamamış, görüşleri ulema
arasında kabul görmemiştir.İbn
Teymiyye'nin üçüncü tahrifi, Emevîlerin, Yezîd ailesinin, hatta gerek Şam
taraftarı temayüllere sahip olanların, gerekse Şam'da yaşayan gerçek Şamlıların
Âşûrâ günü Kerbela'da meydana gelen cinayetlerde herhangi bir sorumluluklarının
olmadığı iddiasıdır. Ona göre, babası Ali b. Ebi Tâlib'in Şiası olan ve
mektuplarla İmam Hüseyin'i Kufe'ye davet eden, sonrasında pişman olup tavır
değiştiren ve İmam Hüseyin'in karşısında yer alıp onu katleden Kufeliler
cinayetlerin asıl sorumlusudur. Âşûrâ faciasından sonra da yine aynı Kufeli
Şiîlerden bir grup ayaklanmış, İmam Hüseyin'in katillerini cezalandırarak
İmam'ın ve ashabının intikamını almıştır. Daha sonra ise Şiîlerinden bir grup
bu katillerden intikam almıştır. Buna göre Şiîlerin her sene toplanıp
başkalarını mahkûm etmelerinin ne anlamı vardır?İbn Teymiyye
bu iddiasında Kerbela'da işlenen bütün cinayetlerden Kufelileri sorumlu
tutmuştur. Kufelilerden kastı ise Şiîlerdir.6 Oysa durum hiç de İbn
Teymiyye'nin iddia ettiği gibi değildir. Her ne kadar Hz. Peygamber'in (s.a.a.)
torununu davet edip himaye etmeyen, tedbirsizlik eden, yöneticiden korkan ve bu
tutumları yüzünden ebedî serzenişe maruz kalan Kufelilerin suçu olsa da asıl
suçlu Yezîd b. Muâviye ile takipçileridir. Makalemizin bu bölümünde bu konu
üzerinde duracağız.İmam
Hüseyin'in katilleri ve İbn Teymiyye'nin iddiasına cevapİmam
Hüseyin'in katilleri üç topluluktu:a) HaricîlerÜç katil
topluluk arasında Haricîlerin konumu en belirgin olanıdır. Elbette burada
dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Haricî denildiğinde, önce İmam
Ali'nin taraftarı, şiası olan, sonra Sıffîn Savaşı'ndaki hakem belirlenmesi
olayında İmam Ali'den ayrılan topluluk kastedilmektedir. Fakat bu, doğru
değildir. Haricîlerin ortaya çıkışı birinci halifenin hilafet dönemine rastlar.
Mürtedlerin ve ridde ehlinin çoğunluğu bu fırkadandı. Aslında Haricîler çok
çabuk tepki gösteren, hemen kılıca sarılan, renkten renge giren, kısa zamanda
inanç değiştirebilen müfrit bir bedevî (A'rab) topluluktu. Toplumsal
faaliyetleri, üçüncü halife Osman b. Affan'ın evine saldırıp halifeyi
öldürdüklerinde zirve noktasına ulaştı. Üçüncü halifenin katillerinin
çoğunluğunu Haricîler oluşturuyordu. İşte bu Haricîler Âşûrâ faciasında da
büyük rol oynadılar. Bununla birlikte, tarih kaynaklarında, Emevîlerin ilk
günden itibaren Kerbela cinayetlerinden Kufelileri sorumlu tutmaya mütemayil
olduklarını gösteren rivayetler bulunmaktadır. Çarpışmada öne çıkarılan Sinan
b. Enes, Şebes b. Rabi, Şimr b. Zi'l-cevşen, Ömer b. Sad gibi askerlerin çoğu
Kufeli idi. Oysa perde arkasında kendileri faaldi. Buna göre İmam Hüseyin'in
katlinde etkin rol oynayan topluluklardan biri Haricîlerdi. Bunu Şimr'in ve
Şebes'in şahsında görmek mümkündür.b) Üçüncü
Halifenin intikamını almak isteyenlerKerbela
faciasında ve İmam Hüseyin'in katlinde taassupçu bir tavırla rol alan ikinci
topluluk, Osman b. Affan'ın mazlumca öldürüldüğüne, kanının yerde bırakılmaması
ve katillerine kısas uygulanması gerektiğine inanan intikamcılardır. Onlar, İmam
Ali'nin (neuzibillâh) Osman'ın katline yeşil ışık yaktığını ve Şiîlerin üçüncü
halifenin katline ortak olduklarını düşünüyorlardı. İntikamcılar, taassupları
nedeniyle hem Müslim b. Akil'in Kufe'deki katlinde, hem de Kerbela faciasında
etkin rol oynamışlardır. Hatta İbn Ziyad'ın Şimr b. Zi'l-cevşen eliyle
Kerbela'da bulunan Ömer b. Sad'a gönderdiği mektupta şunlar yazılmıştır:
“Hüseyin b. Ali'nin ve evlatlarının suya ulaşmalarını engelleyin ki mazlum
halife gibi susuz ölsünler.”7 Osman'ın katillerinin İmam Ali ile
beraber olduğu propagandası sürekli yapılıyordu ve bir grup buna inanıyordu.
Hatta Ömer b. Sad'ın askerlerinden Âşûrâ günü meydana çıkıp birebir çarpışacak
savaşçı talep edenler, okudukları recezlerde kendilerini Osman olarak
tanıtıyorlardı.8 Maktelleri karıştıran herkes bunun inkâr edilemez
bir gerçek olduğunu bilir.Osmanîlerin
Kerbela'da rol aldıkları tartışmasızdır. Osmanîler Şiî olmadıkları gibi Kufeli
de değillerdi. Muâviye b. Ebi Süfyan yirmi yıllık süreçte -hicrî 40-60 yılları
arasında- İmam Ali'nin şehadetinden ölünceye kadarki zaman diliminde elinden
geldiğince Kufe'deki Şiî dokuya zarar verdi. Şiî olmakla ünlenen aşiretleri
dağıttı, mallarını müsadere etti, hatta Hucr b. Adiy ve taraftarları örneğinde
olduğu gibi, kimilerini topluca katletti. Öte yandan Muâviye'nin, çevre
şehirlerden, bilhassa Basra'dan farklı mezhep mensubu ve Osmanî aşiretleri
Kufe'de iskân etmeye yönelik planları vardı. O dönemde Araplar aşiretler
halinde göçebe hayatı sürüyorlardı. Yaylakları ve kışlakları vardı.
Hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Muâviye, Osmanî aşiretleri göç ettirip Kufe'de
iskân ediyordu.9 Muâviye, Kufe Şiîlerine karşı o kadar sert
politikalar izliyordu ki, halkın çoğunluğu can korkusuyla şehri terk etmek zorunda
kalmıştı. İçlerinde İran'a göç edenler de vardı. İran'a yerleşen İmam Ali'nin
ünlü sahabîlerinden biri, Hucr b. Adiy'in ve yaranlarının katledildiğini
duyduğunda, “Keşke o da bizim gibi aşiretiyle birlikte Kufe'den ayrılsaydı da
böyle mazlumca öldürülmeseydi,” demiştir. Dolayısıyla Osmanîler ne Şiî, ne de
Kufeli idiler.c) ŞamlılarÂşûrâ
faciasında ve İmam Hüseyin'in katlinde göz alıcı paya sahip üçüncü topluluk,
Şam'dan hem Kufe'ye hem de Kerbela'ya gönderilen askerlerdir. İleride
Şamlıların rolüne tekrar değineceğiz.İmam
Hüseyin'in Kıyamı ve Âşûrâ Hadisesi ile ilgili üç farklı rivayetŞeyh
Saduk'un Maktelü'l-Hüseyn adlı kitabının tahkikli neşrini yıllar önce
yayımlamıştık. Bu kitap üzerine çalışırken Âşûrâ ve İmam Hüseyin'in hayatının
son altı ayı ile ilgili rivayetleri, farklı kaynaklara başvurmadan doğrudan
Alevî kaynaklardan derleme düşüncesi zihnimizde canlanmıştı. Bu amaçla beş
yıldır notlar tutmaktayım. Çalışmam sırasında beni hayrete düşüren bir şey
oldu: İmam Hüseyin ve ashabının şehadeti hakkında üç farklı rivayetin
bulunduğunu fark ettim!a) Emevî
rivayetiBir grup
rivayet tam manasıyla Emevî kaynaklıdır. Emevîler bu rivayetleri imal etmiş,
resmîleştirmiş ve tarihe mal etmişlerdir. Genel kanaat, Emevî Devleti'nin
Abbasîlerin kıyamından sonra yıkıldığı yönündedir. Bu kanaatte olanlara göre
Abbasîler hilafeti ele geçirince Emevîler Şamat'tan göç etmiş ve bugün İspanya
olarak bilinen Endülüs'e yerleşmişlerdir. İspanya'da dört yüzyıldan fazla
hükümet eden Endülüs Emevîleri orada bugün hakkında yüzlerce kitap yazılan bir
medeniyet vücuda getirmişlerdir. Dört yüzyıldan fazla süren bu dönemde
hükümetin kontrolünde olan tarihçiler vardı. Bu tarihçiler İslâm tarihi
rivayetlerini derler ve yazarlardı. Buna Mukaddime'nin müellifi İbn
Haldun'u örnek verebiliriz. İbn Haldun Mukaddime'sinde İmam Hüseyin'in
kıyamı ve mazlumca canını savunmasıyla ilgili bilinenin tam tersi rivayetler
nakleder. Bu, üzücü olduğu kadar İslâm tarihini yıl yıl, kronolojik olarak
kaleme alan bir müellif açısından şaşılacak bir durumdur. Hicrî 60-61 yılına
geldiğinde Müslim b. Akil'in Kufe'ye gönderilmesinden söz eder; ancak Müslim'in
Kufe'ye gidişinden sonra meydana gelen gelişmelerden söz etmez, sessiz kalır.
İbn Haldun'un Tarih'inin elyazması nüshalarında bu olaydan söz ettiği
sayfanın devamındaki birkaç yaprak bembeyazdır, boştur. İbn Haldun ne
yazacağına sonradan karar vermek için bu sayfaları boş bırakmış, daha sonra da
hiçbir şey yazmamayı tercih etmiştir. İbn Haldun, kitabında, İslâm tarihini 61
yılından, Âşûrâ hadisesinin vuku bulduğu yıldan çok sonraki yıllara, hatta
yüzyıllara değin anlatmıştır. Fakat İmam Hüseyin'in kıyamından hiç söz etmemiş,
bu konuda tek bir rivayet nakletmemiştir. Şayet bu konuya girseydi ve doğruları
yazsaydı sorgulanırdı. Yanlış bilgiler verecek olsaydı, tarihte yargılanırdı.
Bu yüzden o sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bununla birlikte İbn Haldun Mukaddime'sinde
Âşûrâ'ya dair Emevîlerin beğenisini kazanacağı türde tahriflerle dolu bir
tahlilde bulunur.Âşûrâ'nın
Emevî rivayetini imal etme sorumluluğunun yüklendiği bir başka isim, el-Avasim
mine'l-kavasim'in müellifi Ebubekir İbnü'l-Arabî'dir. İbnü'l-Arabî nasıbî
(Ehl-i Beyt düşmanı) ve mutaassıptı. O, el-Avasim mine'l-kavasim'inde
katil yerine maktulü ağır ve sert ifadelerle eleştirir. Öyle ki İbn Haldun bile
onun bu tutumunu yadırgamıştır. Çünkü biraz da olsa tarih ilminde İbn Haldun,
İbnü'l-Arabî'den önde idi.İbn Haldun Mukaddime'sinde,
“İbnü'l-Arabî'nin, ‘Hüseyin dedesinin kılıcıyla öldürüldü' sözü doğru bir söz
değildir.” diye yazar. Elbette İbnü'l-Arabî kelimesi kelimesine böyle bir söz
söylememiştir, İbn Haldun İbnü'l-Arabî'nin yorumundan anlaşılanı ifade
etmiştir. Bu yorum, Emevîlerin Âşûrâ okumasının göstergesidir. Endülüs ve
İşbiliye'de yetişen ve Âşûrâ'yı bu şekilde yorumlayan müelliflerden çok sayıda
benzer örnek zikretmek mümkündür. 10b) Abbasî
rivayetiÂşûrâ ile
ilgili ikinci rivayet, bizim burada, ilgili bütün rivayetleri nakletmek çok
uzun olacağından, kısaca ele alacağımız Abbasî rivayetidir. Abbasîler hilafeti
sahiplendikten sonra tarihi kendilerine hoş gelecek biçimde yazan tarihçileri
yanlarına aldılar. Resmî tarihlerin muhatabı daima halktan önce yöneticiler
olmuştur. Bu tarihçiler Âşûrâ'ya dair rivayetleri üstünkörü bir incelemeyle
bile anlaşılacağı üzere Abbasî rengine boyamışlardır. Âşûrâ'nın Abbasî
rivayetini Taberî'nin Tarih'inde görmek mümkündür.Taberî Tarih'inde
Ebu Mihnef'in Maktelü'l-Hüseyn'inden kitabının Abbasî hilafetinde
resmiyet kazanmasına imkân sağlayacak kadar alıntı yapmıştır. Taberî'nin Tarih'ini
okuduğumuzda rivayetlerin tam manasıyla Abbasî bir renge sahip olduğunu
görürsünüz. Bu kitaptaki Âşûra rivayetlerinde Abbasîlerin atası Abdullah b.
Abbas ileri görüşlü bir insan olarak tanıtılır; olacakları öngörür. Buna karşın
Hüseyin b. Ali saf, samimi, temiz yürekli bir insandır ve herkesi kendi gibi
sanır; kimsenin yalan söyleyebileceğine ihtimal vermez. Bu yüzden de
Kufelilerin oyununa gelerek Kerbela'ya gider ve orada öldürülür. Abbasîlerin
Âşûrâ okumasında Abdullah b. Abbas'ın büyük bir rolü vardır.Taberî'nin Tarih'inde
İmam Hüseyin'e “Bu yoldan gitme, öldürülürsün!” diyen İbn Abbas'ın adı sık sık
geçer. İmam Hüseyin onun sözünü dinlemez ve Âşûrâ günü çadırlardan kadın ve
çocukların çığlıklarının yükseldiği güne kadar yoluna devam eder. İmam Hüseyin
çadırdaki kadın ve çocukların çığlık ve hıçkırık seslerini duyduğunda, “Allah
İbn Abbas'ı korusun! Gerçekten doğru söylemiş!” der. “Oysa bana gideceksen de
tek başına git, aileni götürme demişti. Sözünü dinlemedim.” Kitapta İmam
Hüseyin'in dilinden İbn Abbas'ın öngörülerinin çıktığı, kendisininse onun
sözünü dinlemediği nakledilir.11Taberî'den
nakledeceğimiz bir başka örnekte Abbasî rivayetinin rengi daha iyi
anlaşılacaktır. Taberî, hicrî 203 yılının tarihini yazarken İmam Rıza'nın (a.s)
zehirlenerek şehid edilmesi olayına değinir. Taberî'ye göre İmam Rıza'nın ölüm
sebebi şudur: “Ali b. Musa er-Rıza Abbasî halifesiyle birlikte o kadar çok üzüm
yedi ki çok yemekten hastalanıp öldü.”12 Görüldüğü üzere başka
hiçbir rivayeti nakletmemiş, İmam Rıza'nın ölümünü çok üzüm yemesine
bağlamıştır!c) Alevî
rivayetiÂşûrâ'nın
yukarıda açıklanan iki okumasının dışında, bizim Alevî rivayeti veya Âl-i Ali
okuması adını verdiğimiz bir başka okuması daha vardır. Ne yazık ki bu üçüncü
rivayetin inşa edilebileceği metinler İmam Hüseyin'in ve ashabının şehadetinden
sonra kaybolmuştur; birileri bu metinlerin bize ulaşmasını engellemiştir. İbn
Tavus'un el-Luhuf'undan önce ilk yüzyılda Şiîlerin elinde, hiçbiri günümüze
ulaşmayan yirmiden fazla maktel-i Hüseyin bulunmaktaydı.İlk makteli
Esbağ b. Nubate yazmıştı. Daha sonra İmam Bâkır'ın ve İmam Sadık'ın (a.s)
talebelerinin yazdığı makteller bulunuyordu.Şeyh Saduk,
Şeyh Tusî, Yakubî ve Şeyh Müfid de birer maktel kaleme almışlardı. Fakat ne
yazık ki bu kitaplardan hiçbiri elimize ulaşmadı. Yani ilk yüzyıldan altıncı
yüzyıla kadarki dönemde yazılan maktellerin bize ulaşmasına izin vermediler.
Hepsini yok ettiler; geriye yalnızca isimleri kaldı. Biz uzun uğraşlar
sonucunda sadece Şeyh Saduk'un maktelini imkân dâhilinde yeniden inşa etmeye
muvaffak olduk. Şeyh Saduk'un Rivayetine Göre Maktel-i Hüseyin (Maktelü'l-Hüseyin
be Rivayet-i Şeyh Saduk) başlıklı çalışmamızda, İmam Hüseyin'in şehadeti ve
Âşûrâ faciası hakkında İmam Zeynelabidin'den ve öteki Masum İmamlar'dan
nakledilen iki yüz rivayeti bir araya getirdik. Bu kitap yayımlanalı beş yıl
oldu. Hâlihazırda Şeyh Saduk'un eserleri dışında nakledilen bütün Alevî
rivayetleri derleme çalışmalarımızı sürdürüyoruz.Alevî
rivayeti, yukarıda izah edilen iki rivayet ile en az on beş noktada farklılık
gösterir. Teessüfle ifade etmek isterim ki, bugün Muharrem ve Sefer aylarında
mescit, tekke ve hüseyniyelerde tertiplenen meclislerde, hatta medya yoluyla
yapılan anma programlarında, kısacası günümüzün Âşûrâ edebiyatında Emevî ve
Abbasî rivayetlerinin etkisi görülmektedir. Alevî rivayet metruk kalmıştır;
çünkü ona ait metinler yok edilmiştir. Bu yüzden de Şiîler önceki iki rivayete,
bilhassa Abbasî rivayetine yönelmişlerdir. Bugün akademiye müracaat
ettiğinizde, tarih kürsüsünde son sözü Taberî'nin Tarih'i söylemektedir.
Detayları yansıtan, tam manasıyla Şiî olan, Şiîlerce kaleme alınan ve bu
şekliyle bize ulaşan bir metinlerden yoksunuz. Mesudî'nin Murucü'z-zeheb'i
ve Yakubî'nin Tarih'i bir ölçüde ihtiyacımıza cevap verseler de bu ikisi
muhtasar metinlerdir. Şeyh Müfid'in el-İrşad'ı ise Taberî'nin
rivayetlerine dayanmaktadır ve böyle olmasının da siyasî-sosyal nedenleri
vardır.Âşûrâ
hadisesinin naklinde üç rivayet arasındaki farklarAlevî
rivayet ile önceki iki rivayet arasındaki en büyük fark, Alevî rivayetin söz
birliğiyle İmam Hüseyin'in katillerini Şamlılar olarak tanıtmasıdır. Bu
rivayete göre İmam Hüseyin'i Şam'dan gelen askerler katletmiştir. Bu konuda örnek
birkaç rivayet nakledeceğiz:a) el-Kâfi'de Kuleynî İmam
Sadık'tan şöyle nakleder: “Tâsûâ günü, İmam Hüseyin ve ashabının
Kerbela'da muhasara altına alındığı gündür. O gün Şam ordusu toplanmış ve Ömer
b. Sad askerlerinin çokluğuyla övünmüştür.”13 Bu rivayette
İmam Sadık, Şam ordusunun süvarilerinin İmam Hüseyin'i ve ashabını muhasara
altına aldıklarını açıkça beyan etmektedir.b) İkinci örneği Şeyh Saduk'un el-Emali'sini
esas alarak inşa ettiğimiz Maktelü'l-Hüseyin'den aldık: “Allah
düşmanı Sinan b. Enes el-İyadî ve Şimr b. Zi'l-cevşen el-Amirî, Şamlı adamların
arasında öne çıkmıştı.”14 Bu rivayet, bu ikisinin İmam
Hüseyin'i katletmek amacıyla öne çıktıkları anı tasvir eder.c) İmam Sadık'tan şöyle nakledilir: “Şüphesiz
Ümeyyeoğulları ve Şam ehlinden Hüseyin'in katlinde onlara yardım edenler
Hüseyin'in katledildiği günü bayram ilan edip o günde şükür orucu tutmak için
adaklar adadılar.”15d) Üçüncü örnek rivayeti, Vâkıdî'nin
kâtibi İbn Sad'dan nakledelim: “Şam ehlinden bir adam İmam Hüseyin'in oğlu Ali
Ekber'e, senin Yezîd ile akrabalık bağın var; annen Ümeyyeoğullarındandır ve
soyu onlara dayanır. Bu yüzden babandan ayrılman ve istediğin yere gitmen için
sana güvence vereceğiz.”16Bu rivayette
“Şam ehlinden bir adam” ifadesi geçmektedir ve güvence, emanname teklifinin
Kerbela'da yapıldığında şüphe yoktur. Bütün bu örneklerin en açık olanı, bizim
burada ilk örnek rivayet olarak naklettiğimiz Kuleynî'nin rivayeti hakkında
merhum Fethali Kazvinî şöyle bir not düşmüştür:“Rivayet Şam
ehlinin Kerbela'da toplandığını açıkça beyan etmektedir. Müslim b. Akil'in hal
tercümesini yazarken naklettiğimiz gibi Müslim b. Akil'in şehadetinin ertesi
günü on binlerce Şamlı asker Kufe'ye girmişti. Bu husus, Taberî'de ve diğer
kaynaklarda da zikredilmiştir.”Merhum
Kazvinî şu neticeye varır: “Şam ordusunun oradaki varlığını inkâr edenin tarih
bilgisi yoktur. Nitekim (İbn Şehraşub'un) Menakıb17 kitabında
Şimr b. Zi'l-cevşen'in tamamı Şamlılardan oluşan dört bin kişilik orduya
komutanlık ettiği yazılıdır.”18 Maktellerde de Kasım b. Hasan'ın
Kerbela meydanında Şamlı Erzak adında biriyle göğüs göğse çarpıştığı
yazmaktadır.İbn Şehraşub
Menakıb'ında şunları kaydeder: Kasım b. Hasan'ın çarpıştığı kimse
Şamlıydı. Hüseyin b. Ali'nin yeğeninin yardım çağrısı üzerine çadırdan hışımla
çıktığını gördüğünde onun üzerine saldırmış ve ‘Bana yardım edin. Hüseyin b.
Ali geliyor!' diye bağırarak askerlerinden yardım istemiştir. Bunun üzerine
Ömer b. Sad'ın ordusundan bir bölük ayrıldı ve Kasım b. Hasan ile çarpışan bu
Şamlıyı Hüseyin b. Ali'nin elinden kurtarmaya çalıştı.”19 Bu
rivayette de Şamlılardan söz edilmektedir.Siyasî ve
sosyal itkileri araştıracak olursak Emevîlerin ve Abbasîlerin Kufelileri
karalamak için birçok nedene sahip olduklarını görürüz. Iraklıların, bilhassa
Kufelilerin kılıçları daima halifeye karşı kınından çıkarılmış halde
bekliyordu. Emevîler döneminde de, Abbasîler döneminde de Kufeliler sakin
değillerdi; Kufe isyanı, özellikle Âşûrâ faciasından sonra başlayan Tevvabin
hareketiyle başlamış, Hasanoğullarının Abbasîlere karşı başlattığı kıyama dek
sürmüştür. Buna göre Kufe halkı aleyhinde hadis imal etme serüveni Muâviye'nin
sarayında başlamış, Abbasî saraylarında devam etmiştir. Çünkü Kufeliler hep
hilafetin istemediği kitle olmuştur. Zeydî kıyamcıları ve Feh faciasında
katledilenler de Kufe orijinliydi.Öte yandan
İmam Ali'den Kufelileri kınayan hadisler de nakledilmiştir. Örneğin İmam Ali Nehcü'l-belağa'da
Kufelilere hitaben “Ey adam olamayan adamcıklar!” buyurmaktadır.Bu ve benzeri
hitaplarda İmam Ali'nin muhatabı Osmanîler ve Haricîler'dir. İmam Ali'nin ve
diğer Masum İmamlar'ın Kufelileri metheden hadislerini bir araya getirdiğimizde
sayıca çok olduklarını görürüz. Bizde meşhur olan Hz. Zeyneb'in hutbesi gibi
rivayetler Kufelilerden övgüyle söz eden bu rivayetler karşısında fazla bir
yekûn tutmaz. Söz gelimi bir rivayette, nasıl Mekke Allah'ın, Medine Hz.
Peygamber'in haremi olarak tavsif edilmişse Kufe de İmam Ali'nin haremi olarak
nitelenmiştir. Bu rivayetler isnad açısından tartışılamayacak kadar
zengindirler.20 Bu hadisler karşısında Kufe'yi kınayan hadislerin
rengi solmaktadır. Buna göre bütün suçu Kufe Şiîlerinin omuzlarına atmak olmaz.
Kufe Şiîleri, Kufe halkının bir bölümünü oluşturuyordu. Aslında Kufe Şiîleri
cihaddan geri kaldılar ve sessiz kalarak düşmanı İmam Hüseyin karşısında
cesaretlendirdiler. Daha sonra hatalarının farkına vardıklarında ise art arda
kıyam ederek şehid oldular.Değerlendirmeİbn
Teymiyye, Emevîleri aklamak istemektedir. Öyle ki Rasü'l-Hüseyn'inde
Emevîlerden tek bir kimsenin tek bir Haşimoğlunu öldürmediğini iddia
etmektedir. Aynı iddialı tutumuyla Haccac b. Yusuf es-Sakafî'yi de
savunmaktadır. Sedece Zeyd b. Ali'nin kıyamı söz konusu olduğunda sertleşir.21
İbn Teymiyye yalnızca Şamlıların Âşûrâ faciasındaki rolünü inkâr etmekle
kalmaz, faciada Emevîlerin de herhangi bir rolünün bulunmadığını ileri sürer.
Çünkü aksini düşünmek sahabenin adaleti inancına terstir. Yezîd'in mahkûm
olması demek, onu kendi yerine halife atayanın da, babası Muâviye'ye halife
olma fırsatı tanıyanların da mahkûm olması demektir. İşin bu boyuta varmasını
engellemek için İbn Teymiyye Emevîleri topyekûn aklar. Üstelik Yezîd'in ve
Mervanoğullarının da adını anarak onları günahsız addeder ve sadece Şiîleri
suçlar.Bu, insafsızca
bir yaklaşımdır ve tarihî gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Tarihi Alevî
rivayetiyle değerlendirdiğimizde Şamlıların ve Emevîlerin Âşûrâ faciasındaki
başat rolü ortaya çıkar. Gerçi, her ne kadar Kufelileri (Şiîleri) suçlamak için
imal edilmiş olsalar da Emevî ve Abbasî rivayetleri de dikkatlice
incelendiğinde de bu gerçek anlaşılmaktadır. Notlar:1. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet,
c. 2, s. 241-242; İbn Teymiyye, el-Vasiyetü'l-kübra, s. 54.2. Bkz. Tarih-i İmam Hüseyin,
c. 6, s. 183-902. Burada onlarca tarih kaynağında yer alan rivayetler
nakledilmiştir. Bu kaynaklardan bazıları şunlardır: Taberî, Tarih; İbn Asem,
el-Fütuh; İbn Habban, es-Sikat; Harezmî, Maktelu İmam Hüseyn; İbn Esir,
el-Kamil fi't-tarih; Birunî, Asarü'l-bakiye; Himyerî, Kurbü'l-esnad; İbn
Abdurabbih, Ikdü'l-ferid; Saduk, Emali; Taberî, Camiü'l-beyan fi
tefsiri'l-Kur'ân; İbn Batrik, el-Umde; Belazurî, Ensabü'l-eşraf; İbn Sad,
Tabakatü'l-kübra, Dineverî, Ahbarü't-tıval; Yakubî, Tarih; Ebu Ferec Isfahanî,
Makatilü't-Talibiyyin; Zübeyrî, Nesebu Kureyş; İbn Cevzî, er-Red alâ
mutaassıbi'l-anid.3. İbn Teymiyye, Rasü'l-Hüseyn,
s. 199.4. İbn Teymiyye, age., s.
205-207.5. İbn Teymiyye, Camiü'l-mesail,
el-Mecmuatü's-salise, s. 93.6. İbn Teymiyye, Rasü'l-Hüseyn,
s. 207; Dairetü'l-Maarif-i Buzurg-i İslâmî, c. 3, s. 173.7. Taberî, Tarih, c. 8, s. 412;
Harezmî, Maktelü'l-Hüseyin, s. 240, 244.8. Taberî, age., c. 5, s. 435;
Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 103.9. Muhammed Rıza Hidayetpenah, Baztab-i
Tefekkür-i Osmanî der Vakıa-i Kerbela, s. 65.10. İbnü'l-Arabî'nin ve İbn Haldun'un
rivayetleri ve tahrifleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Muhammed Sıhhatî
Serdurudî, Âşûrâ-pejuhî, s. 170-176, 202-220.11. Taberî, Tarih, c. 5, s. 424.
Ayrıca bkz. Ebu Ferec Isfahanî, Makatü't-Talibiyyin, s. 110. Muhtemelen
Taberî'den nakletmiştir.12. Taberî, age., c. 9, s. 92.13. Kuleynî, el-Kâfi, c. 4, s.
1247, hadis no: 7.14. Bkz. Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Maktelü'l-Hüseyin
be Rivayet-i Şeyh Saduk, s. 168.15. Şeyh Saduk, el-Emali, c.
667, hadis no: 1397.16. İbn Sad, Tabakatü'l-kübra,
c. 6, s. 439.17. İbn Şehraşub, Menakıbu Âl Ebi
Tâlib, c. 4, s. 98.18. Fethali Kazvinî, el-İmam
el-Hüseyin ve Ashabuhu, c. 1, s. 253-254.19. İbn Şehraşub, Menakıbu Âl Ebi
Tâlib, c. 4, s. 109.20. İbn Kulaveyh, Kâmilü'z-ziyarat,
s. 30; Şeyh Tusî, Tehzibü'l-ahkâm, c. 6, s. 31-39; Şeyh Hur Amilî, Vesailü'ş-Şia,
c. 10, s. 282; Muhaddis Nurî, Müstedrekü'l-vesail, c. 10, s. 202-208;
Seyyid Hüseyin Berakî Necefî, Tarihu Kufe, s. 80-90; Eşarî Kummî, Tarihu
Kum, s. 266-267.21. İbn Teymiyye, Rasü'l-Hüseyn,
s. 208. Kaynaklar:Ebu Cafer
Muhammed b. Cerir Taberî, Tarih, neşr: Muhammed Ebu'l-Fazl İbrahim,
Beyrut 1967.Ebu Ferec
Isfahanî, Makatilü't-Talibiyyin, neşr: Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut 1427.Hasan b.
Muhammed b. Hasan Eşarî Kummî, Tarihu Kum, Farsçaya çev. Taceddin Hasan
b. Bahauddin Ali b. Hasan Kummî, neşr: Muhammed Rıza Ensarî Kummî, Kum 1385.İbn
Kulaveyh, Kamilü'z-ziyarat, tashih: Allame Eminî, neşr: Gulamrıza
İrfaniyan, Necef 1356.İbn Şehraşub
Mazenderanî, Menakıbu Âl Ebi Tâlib, neşr: Seyyid Haşim Resulî Muhallatî,
Kum 1379.İbn
Teymiyye, Camiü'l-mesail, neşr: Muhammed Aziz Şems, Beyrut 1422.İbn
Teymiyye, Minhacü's-sünneti'n-Nebeviye, Beyrut (ty.).İbn
Teymiyye, Resü'l-Hüseyin, neşr: Seyyid Cemilî, Beyrut 1408.İbn
Teymiyye, Vasiyetü'l-kübra, neşr: Ayadullah Abdüllatif İbrahim, Bağdat
1995.Mirza
Hüseyin Nuri Tabersî, Müstedrekü'l-vesail, Kum 1407.Muhammed b.
Yakub Kuleynî, el-Kâfi, neşr: Ali Ekber Gaffarî, Tahran 1365.Muhammed
Rıza Hidayetpenah, Baztab-i Tefekkür-i Osmanî der Vakıa-i Kerbela, Kum
1388.Muhammed
Sıhhatî Serdurudî, Âşûrâ-pejuhî ba Ruykerdi be Tahrif-şinasî-i Tarih-i İmam
Hüseyin, Kum 1389.Muhammed
Sıhhatî Serdurudî, Maktelü'l-Hüseyin be Rivayet-i Şeyh Saduk, Tahran
1384.Muhammed
Sıhhatî Serdurudî, Şehid Fatih der Ayine-i Endişe, Kum 1381.Muvaffak b.
Ahmed Harezmî, Maktelü'l-Hüseyin, neşr: Muhammed Semavî, Kum 1948.Seyyid
Hüseyin Berakî Necefî, Tarihu Kufe, Farsçaya çev. Said Radrahimî, Meşhed
1388.Seyyid Razî,
Nehcü'l-belağa, Farsçaya çev. Muhammed Sıhhatî Serdurudî, Kum 1391.Şeyh Hur
Amilî, Vesailü'ş-Şia, neşr: Abdurrahim Rabbanî Şirazî, Tahran 1403.Şeyh Müfid, el-Emali,
neşr: Ali Ekber Gaffarî-Hüseyin Üstad Veli, Kum 1418.Şeyh Müfid, el-İrşad
fi marifeti Hucecullah ala'l-ibad, Kum, 1416.Şeyh Tusî, Tehzibü'l-ahkâm,
Beyrut 1401.Tarih-i İmam
Hüseyin
(Mevsuatü'l-İmam Hüseyin, Tahran 1387.Kaynak:Muhammed
Sıhhatî Serdurudî, “Tahrifha-yi İbn Teymiye ez Vakıa-i Âşûrâ”, Sirac-i Munir,
Sayı: 7-8, Payiz-Zimistan 1391 Çev:
Ertuğrul Ertekin